31 Mayıs 2012 Perşembe
29 Mayıs 2012 Salı
26 Mayıs 2012 Cumartesi
25 Mayıs 2012 Cuma
15 Mayıs 2012 Salı
tuvalete teknosa dergisiyle girmek
az uykusuz/penguen'le girmek kadar etkili. alacağımdan değil, gönül eğlencesi. zaten kim teknosa'dan alır ki? kazıkta kalite.
aile hekimi
faydalı olabilirdi, doktur sıfatını alan herkes doktur olabilseydi. ama elinde cep telefonuyla derdinizi dinleyen bazı orzpu çocukları var.
telefonla konuşurken kağıt karalamak
meydana gelmesi için her gün telefon başında aranmayı beklediğim müthiş doğa harikası. hoş gerçi ben adımı yazıyorum sürekli.
telefonla konuşurken duvarları karalamak
sene 1943, yağmurlu bir yaz bir yaz akşamı. kreşe henüz başlamışız.
ilk fotoğraf makinesi heyecanıgelişmeler
döküt adında evin içinde çekilmiş 300-400 resimlik birçok dosyaya sahip olmanıza vesile olur.
(bkz: sanat yaptım beyler)
hem temiz hem dürüst bir insanoğlu
kemal kılıçdaroğlu'nun seçin şarkısından akıllara zarar bir bölüm.
sevilmek için sevmedik
ölü seviciler aramızda
gerzek sinefil - gerard butler
nerde, ne kadar yavuşak film varsa balıklama dalıyor. ayıboğan gibi adam romantik komediden, romantik komediye koşuyor. sonra genç gızların sevgilisi oluyor işte. christian bale'lar, hugh jackman'lar bu yüzden kolay yetişmiyor.
gerzek sinefil - sanctum
parası bol ipneler macera yaşayak derken, koca mağarayı talan ediyorlar. 127 saati sevdiyseniz, beğenebilirsiniz. basık, göçük yerleri seven james cameroon dallaması da cast'ta.
gerzek sinefil - la haine
fransız kafası. varoşlarda çıkan isyanda ellerine dabanca geçen 3 gencin hikayesi. vincent cassell monica belluci'yi bu filmle düşürdü kesin amk.
gerzek sinefil - i am number four
dünya'da gizlenen uzaylıların dramı. yeni moda bu amk. daha ilki tutmadan ikinci filmi çekerizcilik yapıyorlar. prim vermeyin ipnelere.
gerzek sinefil - the invention of lying
dünya'da boğüne değin hiç yalan söylenmemiş olsaydı nolurdu. gudiğin biri yalan söylemeyi bulurdu temalı film. film yarak gibi ama konsepti güzel. değişik.
gerzek sinefil - season of the witch
nikılıs keyc'in bu sene "getirin lan hepsinde oynicam. hepsinde oynicam orzpu çocukları" serzenişinden sonra günde 5 dakikasını ayırarak çektiği 300 filmden bir diğeri. (bkz. sezon finali)
bedri baykam'ın değerinin anlaşılacağı yıllar
şu an kafa olarak bizden 50-60 yıl ileri malum. acaba insanlık gerçekten bi gün bedri'yi anlayıp, vay argadaş adam neler yapmış ta o zamanlar diyecek mi. kıyametten sonraya kalmasa bari.
tuz ruhu
ölen tuzun defin işlemine takriben 40 gün içerisinden bedenden ayrılan, kopyaladıkça çoğlan ruh.
vay argadaş adam neler yapmış ta o zamanlar
çağının ilerisinde yaşayan, vakitlice kıymeti bilinememiş insanları betimleyen anlam kaygısı.
tüm büyük hırsızlar işe çakmak çalmakla başlar
yeter amına koyim ya. alyanlar mı alıyor bu çakmakları. ufolar mı almış bu çakmakları. taam o zaman gardeş bundan sonra forever malazlar.
sinama biletine 15 milyon verebilen insan
insanlık namına üç beş kuruş da bana atsın lan. sefalete bah gardaşlıh ya.
3d de bana mı 3d ulan
3d sini sokunca vizyona normalini de sokmuyorlar. bari gözlükler kalsın, o da yok. o zaman o gözlüğü çalar, kul hakkına girerim hacı. sokucam vizyonlarına.
cinebonus
en sevdiğim firma. sektörde kalite. bilet fiyatlarındaki uçukluğu hiçbir uçuklukta bulamıyoruz. butik sinemalar açıp apartmanlarımızın giriş katına, mahalle bakkalının yanına kadar gelseler. ♥
führerin yeşil kürkü
führer'in yeşil kürkü
yeni çıktı bu türkü
führer izin verdi
söylenecek bu türkü de yanıyom ben
yanma da himmler yanıyom ben
mendili salla ölüyom ben
göring uğruna ateş de oldum yanıyom ben
açma gırandan açma
ben seni tanıyom
her gırandan aşağı
ben seni sanıyom da yanıyom ben
yanma da himmler yanıyom ben
mendili salla ölüyom ben
göring uğruna ateş de oldum yanıyom ben
beyaz giyme üşürsün
güzellikte meşhursun
boyun biraz kısa ama
sen adam öldürürsün de yanıyom ben
yanma da himmler yanıyom ben
mendili salla ölüyom ben
göring uğruna ateş de oldum yanıyom ben
auschwitz-birkenau treni
hem ileri hem geri
körolasın deutschland
pul koydun güzelleri de yanıyom ben
yanma da himmler yanıyom ben
mendili salla ölüyom ben
göring uğruna ateş de oldum yanıyom ben
ünlem yerine 1 yazan mizah yeteneği gelişik insan
devam etmicem. çünkü başlık yeterince hagaret dolu bence.
13 Mayıs 2012 Pazar
kupa coşkusu
12 Mayıs 2012 Cumartesi
11 Mayıs 2012 Cuma
fakirlik alnımızda bir leke değil
yaz iptal olmuş beyler
direkt sonbahara atlıyoruz bu sene. ara ara temsili bir iki günlük yazdan esintiler olacakmış.
seçim şarkıları
ani bir kararla tüm ülke repçi bile olsa, seçim şarkısı dediğiniz şey muhakkak sazlı sözlü bılah madıl kıvamında olmalıdır.
pokemon ile kedi arasındaki fark
lezzetli olan her şeyin zararlı olması
yani fabrikasyon ürünler tabi lezzetli olcak diyeceksiniz taam. ama mesela ayçiçek yağı daha zararlı olan olup, tereyağ bize temel reis ıspanağı etkisi yapabilirdi. besinler arasındaki lezzet dağılımı dengesizliğine bir şeyler yapılmalı. yönetim istifa.
eski istanbul panoroması
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/e/ea/Galata_Kulesi_%27nden_panorama.jpg/798px-Galata_Kulesi_%27nden_panorama.jpg
köprüleri yapınca deniz trafiği rahatlamış herhalde. vay gardaş, gemilere bakın lan.
köprüleri yapınca deniz trafiği rahatlamış herhalde. vay gardaş, gemilere bakın lan.
panzer divinson marduk
mehter çalan panzer.
kalkan çülü indirmek
gıdısından okşanarak, kendisi rahat hissettirilmelidir.
boş işler müdürlüğü
çok da gerekli olmayan işleri çözdüğümüz, sıkıntılara derman aradığımız güzide kurum. o değil de iki haftadır boş işler müdürlüğündeyim, yat yat nereye kadar. duvarlar üzerime geliyor amınıyiyim.
geçen yine rivaldoyla gol atan kaleye oynuyoruz
2 ay çalışsak barça'da oynarız aslında abi biz dedi. la olm diktin yine topu ebesinin nikahına, siktir git al lan dedim.
eurovizyonu survivor taneri ve recep ivediki seviyorum
tipik kepaze türk'üm beyler. yüzüme ne kadar tükürseniz az.
7 Mayıs 2012 Pazartesi
4 Mayıs 2012 Cuma
gerzek sinefil - lars and the real girl
ne yalan söyleyim anıra anıra güldüm. ama o kadar insana tavsiye ettim benden başka tebessüm eden bile olmamış. çok gelişmiş liseli gençlerin milli olmaya çalıştığı gençlik komedileri gibi değil işte. ama çok gomik.
ghost sheep
harf oyunlarıyla başlık attığım dikkatlerden kaçmasın
terminatör 4 ün arkasındaki inanılmaz gerçek
t3'ten bu yana yeni terminatör gelmedi sanıyorduk. yanıldık, tüm insanlık yanıldı. t3'ten sonra gelen olmuş. üstelik boğüne değin aramızda saklanmayı başarmış.
t3 - www.vidivodo.com/370735/terminator-3-_-elimle-konus
3t - www.incicaps.com/resimler/tanerreyiz.swf
t3 - www.vidivodo.com/370735/terminator-3-_-elimle-konus
3t - www.incicaps.com/resimler/tanerreyiz.swf
agresif adnan
boğün örümcek adam diye bildiğimiz yılışık süper kahramanın, örümcek güdülere sahip olmasına vesile olan örümceğin ta kendisidir. akşam radyasyonu fazla kaçıran adnan, karıya kıza yaslamaca yapan peter'e bir ders vermek ister ve ekler; büyük güç, büyük sorumluluk ister.
her gün birinizi
bir gün hepinizi malmıştın
kahvaltıda lahmacun yemek
3 Mayıs 2012 Perşembe
oyununu silme gerizekalı diye kaydeden kardeş
bir futbol menıcır için yüreklere ataş düşürdü. türkiye bizlerle üçüncü sayfada tanışacak.
omelas'ı terkedip gidenler
yaz şenliği, deniz kıyısındaki parlak kuleli omelas kentine kırlangıçları havalandıran çan sesleriyle geldi. limanda salınan teknelerde bayraklar dalgalanıyordu. kırmızı damlı evler ve resimlerle süslü duvarlar arasındaki sokaklarda, mazıların büyüdüğü eski bahçeler arasında ve ağaçlı bulvarların altında, büyük parkların ve kamu binalarının yanlarında geçit alayları yürüyordu. bazıları gösterişliydi: mor ve boz renkli, uzun, süslü giysilere sürünmüş yaşlı insanlar, mağrur zanaatkârlar, kucaklarında bebekleri, gevezelik ederek ‘yürüyen şen kadınlar. kimi sokaklardaysa müzik daha bir hızlı çalıyor, gonglar ve davullar gümbürderken insanlar dans ediyordu. yürüyüş değil danstı sanki bu. bütün geçit alayları kentin kuzey yakasına, parlak güneş altında çıplak, ayakları ve dizleri çamura bulanmış, uzun, kıvrak kollu genç erkek ve kızların toplanıp yerlerinde duramayan atlarını yarışa hazırladığı yeşil çayırlar denilen sulak otlaklara yönelmişti. atların koşumları yoktu, yalnızca gemsiz yularlar takılmıştı. yeleleri altın, gümüş ve yeşil şeritlerle süslenmişti. burun deliklerini hızlı hızlı açıp kapayarak birbirlerine soluyor, böbürleniyorlardı, at bizim törenlerimizi kendisininmişçesine benimseyen tek hayvan olduğundan hepsi çok heyecanlıydı. ileride, omelas’ı körfez boyunca yarı yarıya çevreleyen kuzey ve batı dağları uzanıyordu. sabah havası öylesine berraktı ki, masmavi göğün altında, onsekiz tepelerini taçlandıran karlar güneş ışığının aydınlığıyla millerce uzunlukta beyaz-altın rengi parıltılar saçıyordu. yarış yolunu belirleyen bayrakları ara ara dalgalandırmaya yetecek kadar rüzgâr vardı. geniş, yeşil çayırların sessizliğinde, kentin sokaklarından süzülen, bir yaklaşıp bir uzaklaşan ve gitgide daha yaklaşan müzik duyuluyor, zaman zaman titreşen, birleşen ve çanların büyük coşkulu çınlamasıyla patlayan havanın neşeli ve belli belirsiz tatlılığı hissediliyordu.
coşkulu! coşku nasıl anlatılır? omelas’ın yurttaşları nasıl betimlenebilir?
mutlu olsalar da basit insanlar değillerdi, anlıyor musunuz? oysa bizler, neşe sözcüklerini pek söylemiyoruz artık. tüm tebessümler miladını doldurdu. böyle bir betimlemeyle karşılaşınca insan belli varsayımlar yapmaya meylediyor. böyle bir betimleme ile karşılaşınca gözler, soylu şövalyelerin etrafını çevrelediği muhteşem bir aygıra ya da belki de kaslı kölelerce taşınan altın kakmalın bir tahtırevana kurulmuş bir kral arıyor hemen. ama kral yoktu burada. kılıç da, kullanmıyorlardı, köleleri de yoktu. barbar değillerdi. toplumlarının kurallarını ve yasalarını bilmiyorum, ama pek az sayıda kural ve yasaları olduğunu sanıyorum. monarşi ve kölelik olmadan yaşadıkları gibi, işlerini borsa, reklâmlar, gizli polis ve bombalar olmadan da görüyorlardı. yine de tekrarlıyorum, basit insanlar değillerdi; kendi halinde çobanlar, soylu vahşiler, safiyane ütopyacılar değildiler. bizden daha az karmaşık değillerdi. sorun şu; ukalalarla züppelerin kışkırttığı kötü bir alışkanlığımız var bizim, mutluluğu aptalca bir şey gibi görüyoruz. sadece acı entelektüel, sadece kötülük ilginç geliyor bize. sanatçının ihaneti bu: kötülüğün sıradan ve acının müthiş sıkıcı olabileceğini bir türlü kabul edememek. onlarla baş edemiyorsan onlara katıl. canını yakıyorsa yinele. oysa acıyı yüceltmek sevinci lanetlemektir, şiddeti kucaklamak bütün diğer şeyleri elden kaçırmaktır. handiyse, hiçbir dayanağımız kalmadı; mutlu bir insanı betimleyemiyoruz artık, neşenin değerini bilmiyoruz. omelas’ın insanlarını nasıl anlatabilirim ben sizlere? saf ve mutlu çocuklar değil onlar; onların çocukları mutlu ama. onlar, yaşamları mahvolmamış, olgun, zeki, tutkulu yetişkinler. ey mucize! ah keşke daha iyi betimleyebilsem. keşke sizleri inandırabilsem. omelas, benim sözcüklerimle, evvel zaman içinde, çok eski zamanlarda ve uzaklarda kalmış bir masal kentini andırıyor. belki de en iyisi onu kendi düş gücünüzle kurmanız, düşlerinizin gerçek olduğunu varsaymanız; zira hepinizi memnun edemem tabii ki ben. mesela teknoloji ne durumda? caddelerde dolaşan arabalar, havada uçuşan helikopterler yoktur herhalde. omelas’ın insanlarının mutlu olmasından belli bu. mutluluk, gerekli olan ile gereksiz ama zararlı olmayan ve zararlı olan arasında doğru bir ayırım yapılmasına dayanır. orta kategoridekilere gelince -gereksiz ama zararsız şeyler, konfor, lüks, gösteriş, vesaire- merkezi ısıtma sistemleri, metroları, çamaşır makineleri ve burada henüz icat edilmemiş her türden harika araçları, uçuşan ışık kaynakları, yakıtsız güç kaynakları, nezleye karşı çareleri olabilir pekâlâ. ya da hiçbiri olmayabilir: fark etmez. o size kalmış. ben, şenliğe birkaç gün kala tepedeki ve kıyıdaki kasabalardan kalkıp omelas’a gelenlerin çok hızlı küçük trenlere ve iki katlı tramvaylara bindiğini ve omelas tren istasyonunun, muhteşem çiftçiler pazarı kadar cafcaflı olmasa da aslında kentin en güzel binası olduğunu düşünme eğilimindeyim. ama trenleri de olsa omelas, şu ana kadar bazılarımıza “eh idare eder” dedirtiyor korkarım. tebessümler, çanlar, geçit alayları, atlar, eh. öyleyse bir de orji ekleyin bari. orji işinize yararsa hiç çekinmeyin. ama güzel çıplak rahip ve rahibelerin, yarı esrik bir halde, önlerine ilk çıkan erkek veya kadınla, sevgiliyle veya yabancıyla çiftleşmeye hazır, kanın derin tanrısallığı ile birleşmeye duydukları arzuyla içinden çıkıverdikleri tapınaklar olmasın. ilk düşündüğüm buydu, ama omelas’ta tapınaklar olmasın daha iyi. hiç olmazsa insanlı tapınaklar. dine evet, din adamlarına hayır. elbette, çıplak güzeller, kendilerini arzulayanların açlığına ve tenin hazzına kutsal bir tatlı gibi sunarak dolaşabilirler ortalıkta. onlar da katılsın geçit alayına. çiftleşenlerin üzerinde davullar gümbürdesin ve gonglarla arzunun zaferi ilan edilsin (ve yabana atılamayacak bir nokta), bu haz dolu ayinlerden doğan çocuklar herkes tarafından sevilsin ve büyütülsün. bildiğim bir şey varsa o da omelas’ta suçluluk duygusu olmadığı. ama başka ne olmalı? başlangıçta uyarıcılar olmamalı diye düşünmüştüm, ama pek sofuca bu. sevenleri varsa, drooz’un hafif, kalıcı ve kararlı tatlılığı doldurabilir kentin sokaklarım. drooz zihni ve kasları büyük bir ışık ve parıltıyla kaplar önce, birkaç saat sonra bir düş rehavetiyle ve nihayet, evrenin en gizli sırlarıyla ilgili harika görüntülerle birlikte inanılmaz bir cinsel haz uyandırır; üstelik alışkanlık da yapmaz. daha mütevazı beğeniler için de bira olabilir sanıyorum. başka ne, başka ne olabilir coşku kentinde? zafer duygusu elbette, cesaretin kutlanışı. ama din adamları olmadan yapabiliyoruz madem, askerler de olmasın. başarılı katliamlara dayalı coşku ‘haklı bir coşku değil; işimize yaramaz, korkunç, basit. bir dış düşmana karşı olmaktan değil, tüm insanların ruhundaki en güzel ve en haklı şeylerle, dünyadaki yazın ihtişamıyla birleşmekten doğan sınırsız ve cömert mutluluk: omelas’ın insanlarının göğüslerini kabartan budur ve kutladıkları zafer de dirimin zaferi. çoğunun drooz’a gerek duyduğunu da sanmıyorum aslında.
yürüyüş alaylarının çoğu yeşil çayırlara vardı bile. yeşil ve mavi mutfak çadırlarından nefis bir yemek kokusu geliyor. küçük çocukların sevimli incecik yüzleri; bir adamın müşfik aksakalına bir pastanın kırıntıları takılmış. genç erkekler ve kızlar atlarına bindiler ve başlangıç hattında toplanıyorlar. ufak tefek, şişman ve güleç yüzlü yaşlı bir kadın elindeki sepetten çiçekler dağıtıyor ve uzun boylu genç erkekler ışıl ışıl saçlarına onun çiçeklerini takıyorlar. dokuz, on yaşlarında bir çocuk kalabalığın dışında oturmuş, kendi başına kaval çalıyor. insanlar dinlemek için susuyor ve gülümsüyorlar. ama onunla konuşmuyorlar. çünkü çalmayı hiç bırakmaz, onları hiç görmez, koyu renk gözleri şarkının tatlı, incecik büyüsüne dalmıştır.
bitiriyor ve kavalı tutan ellerini yavaş yavaş indiriyor.
bu küçük özel sessizlik bir işaret vermiş gibi birden başlangıç çizgisinin yakınındaki bir çadırdan bir boru ötüyor; görkemli, hüzünlü, içe işliyor. atlar arka ayakları üzerinde şahlanıyor, bazıları kişneyerek karşılık veriyor. ciddi suratlı genç süvariler atlarının boynunu okşayıp yatıştırmak için fısıldıyorlar onlara: “sakin ol, sakin ol güzelim, sakin ol umudum…” başlangıç çizgisinde sıra olmaya başladılar. yarış pisti boyunca uzanan kalabalıklar rüzgârda sallanan bir çimen ve çiçek tarlasına benziyor. yaz şenliği başladı.
inanıyor musunuz? şenliği, kenti, coşkuyu kabul ediyor musunuz? hayır mı? öyleyse bir şey daha anlatayım sizlere.
omelas’ın güzel kamu binalarından birinin bodrumunda, belki de ferah evlerden birinin mahzeninde bir oda var. kapısı kilitli, penceresi yok. mahzenin bir yerindeki örümcek ağları bürümüş bir pencereden vuran küçük tozlu bir ışık tahtaların arasındaki bir çatlaktan sızıyor. küçük odanın bir köşesinde, bir çöp kovasının yanında uzun saplı, kötü kokulu, pisliğe bulanmış bir çift süpürge duruyor. yerler pislik içinde, dokununca hafif bir ıslaklık geliyor ele; mahzen pislikleri genellikle böyle olur zaten. oda üç adım boyunda, iki adım eninde: bir sandık odası ya da kullanılmayan bir araç gereç dolabı. odada bir çocuk oturuyor. bir kız da olabilir, bir oğlan da. altı yaşında gösteriyor, ama aslında on yaşına yaklaştı. geri zekalı gibi görünüyor. belki sakat doğmuş, belki korku, kötü beslenme ve ilgisizlik yüzünden aptallaşmış. kova ve süpürgelerin en uzağındaki köşede iki büklüm oturmuş, burnunu karıştırıyor, ayak parmakları ya da cinsel organlarıyla oynuyor. süpürgelerden korkuyor. onları korkunç buluyor. gözlerini kapatıyor, ama süpürgelerin hala orada durduğunu, kapının kilitli olduğunu, kimsenin gelmeyeceğini biliyor. kapı hep kilitli; hiç kimse gelmiyor, sadece zaman zaman -çocuğun zaman ve süre kavramı yok- kapı gıcırdayarak açılıyor ve birisi ya da birkaç kişi görünüyor. içlerinden biri gelip çocuğu tekmeleyerek kaldırıyor. ötekiler yaklaşmıyorlar hiç, yalnızca korku ve tiksintiyle süzüyorlar onu. yiyecek kabı ve su çanağı çabucak dolduruluyor, kapı kilitleniyor, gözler kayboluyor. kapıdaki insanlar hiçbir şey söylemiyor, ama bu odada doğmamış olan, gün ışığını ve annesinin sesini hatırlayabilen bu çocuk arada bir konuşuyor. “iyi olacağım” diyor. “lütfen bırakın beni. iyi olacağım!” hiç cevap vermiyorlar. çocuk, eskiden geceler boyu yardım ister ve bol bol ağlardı, ama artık inliyor yalnızca “ah-haa, ehhaa” ve gitgide daha az konuşuyor. o kadar zayıf ki bacakları çöp gibi, midesi kemiklerine yapışmış, günde yarım tas mısır ve lapa ile yaşıyor. çıplak. sürekli dışkısı üzerinde oturduğundan kalçaları ve baldırları pişik ve yanık izleriyle dolu.
hepsi, omelas’ın tüm insanları onun orada olduğunu biliyor. bazıları görmeye geliyor, diğerleri orada olduğunu bilmekle yetiniyor. orada olması gerektiğini biliyor hepsi. bazıları nedenini anlıyor, bazıları anlamıyor; ama hepsi de farkındalar ki mutlulukları, kentlerinin güzelliği, dostluklarının sıcaklığı, çocuklarının sağlığı, alimlerinin bilgeliği, zanaatkarlarının ustalığı, hatta hasatlarının bolluğu ve göklerinin berraklığı tümüyle bu çocuğun dayanılmaz sefaletine bağlı. .
çocuklara, sekiz ile on iki yaşları arasında anlayabilecek duruma geldiklerinde anlatılır ve bu çocuğu görmeye gelenler çoğunlukla gençlerdir. ama sık sık yetişkinlerden biri de çocuğu görmeye ya da bir kez daha görmeye gelir. mesele onlara ne kadar iyi anlatılırsa anlatılsın, bu genç seyirciler gördüklerinden şaşkına döner, sersemleşirler. aşmış olduklarını sandıkları tiksinti duygusuna kapılırlar. tüm açıklamalara rağmen öfke, kızgınlık, çaresizlik hissederler. çocuk için bir şeyler yapmak isterler. ama ellerinden gelen hiçbir şey yoktur. eğer çocuk, o iğrenç yerden gün ışığına çıkarılırsa, temizlenir, beslenir ve rahat ettirilirse bu iyi bir şey olacaktır, doğru; fakat bu yapılırsa eğer, o gün ve o saatte ‘omelas’ın tüm refahı, güzelliği ve hazzı yok olacak, yıkılacaktır. koşullar bunlardır. omelas’taki her bir yaşantının iyiliğini ve güzelliğini tek, küçük bir düzelme uğruna feda etmek; tek bir insanın mutluluğu uğruna binlerin mutluluğunu fırlatıp atmak: suçluluk duygusunu içeri almak olacaktır bu.
koşullar sert ve kesin; çocuğa güzel bir söz bile söylenemez.
genç insanlar çocuğu gördükten ve bu korkunç paradoksla yüz yüze geldikten sonra gözyaşları içinde ya da gözyaşsız bir hiddetle eve dönerler çoğu kez. haftalar veya yıllar boyu düşünebilirler bunun üzerinde. ama zaman geçtikçe anlamaya başlarlar ki çocuk salıverilse bile özgürlüğünü elde edemez: sıcaklık ve yiyeceğin vereceği, küçük, belli belirsiz bir zevk, tamam, ama hepsi bu. gerçek bir coşkuyu tanımayacak kadar aşağılanmış ve aptallaşmıştır. korkudan kurtulamayacak kadar uzun bir süre korkarak yaşamıştır. alışkanlıkları insanca muameleye uyum göstermez. öyle ki onu koruyacak duvarlar, gözleri için karanlık ve üstüne tüneyeceği dışkı olmazsa mahvolacaktır. gerçekliğin korkunç adaletini anlamaya başlayıp kabullenince bu acı adaletsizlik için akıttıkları gözyaşları kurur. yine de gözyaşları ve öfkeleri, iyiliklerini sınamaları ve çaresizliklerini kabullenmeleridir belki de yaşamlarındaki ihtişamın gerçek kaynağı. mutlulukları ruhsuz, sorumsuz bir mutluluk değildir. çocuk gibi kendilerinin de özgür olmadıklarını bilirler. duygudaşlığı bilirler. mimarilerini soylu kılan, müziklerine o görkemi veren, bilimlerini yücelten şey, işte bu çocuğun varoluşu ve onun varlığını bilmeleridir. o çocuk sayesinde çocuklara böylesine iyi davranırlar. bilirler ki zavallı çocuk karanlıkta acı çekmezse öteki, flüt çalan çocuk, genç süvariler yazın ilk sabahı, tüm güzellikleriyle gün ışığında yarışmaya hazırlanırken o coşkulu müziği yaratamaz.
şimdi inanıyor musunuz onlara? daha inanılır oldular değil mi? ama anlatacağım bir şey daha var ve buna inanmak pek kolay değil.
zaman zaman, çocuğu görmeye giden ergen kızlar ve oğlanlardan biri ağlayarak veya hiddetle dönmez evine. daha doğrusu, evine dönmez. kimi zaman daha yaşlı bir adam ya da kadın bir-iki gün susar kalır, sonra evini terk eder. bu insanlar sokağa çıkar, sokakta bir başlarına yürürler. yürüdükçe yürürler ve güzel kapılardan omelas kentinin dışına çıkarlar. omelas’ın tarlaları boyunca yürür dururlar. her biri tek başına gider, oğlan veya kız, erkek veya kadın. gece bastırır; yolcular köy sokaklarından, sarı ışık yanan pencerelerin arasından geçer ve tarlaların karanlığına doğru gider. her biri, tek başlarına batıya veya kuzeye doğru, dağlara doğru giderler. yollarına devam ederler. omelas’ ı bırakır, karanlığın içine doğru yürürler ve geri gelmezler. gittikleri yer çoğunuz için mutluluk kentinden bile daha zor tahayyül edilebilir bir yerdir. onu hiç betimleyemem. belki de yoktur. ama nereye gittiklerini biliyor gibiler omelas’ı bırakıp gidenler.
en kötü aksiyon en oscarlı dramdan yeğdir
bir de milyon dolarlık efektlerle bezeliyse, kahrolsun kingzpiç. yeni kral çok hızlı, acayip öfkeli.
adrianne
yarın öbür gün tüm kuul siteler yasaklanırda ben bir adrianne yazmadım diye açık kalırsam çok üzülürdüm. o yüzden gereğini yapmış bulunuyorum.
goodebumps
alt komşunun küçük kızı bunu izlerken altına kaçırıyor diye, koca apartmanda örgütlenme söz konusu olmuş, anti goosebumps anneler hayatı insanlığa zindan etmişlerdi. boğadar zalımlık olmaz.
ciğara
sigara içilmez yenir derdim, bırakmadan evvel. hey gidi.
2 Mayıs 2012 Çarşamba
wolfenstein koridorlarında kaybolmamış insan
ankara konya arası 1 saat 15 dk'ya indi
uzun mesafeli bi ilişkiden sonra beraber eve çıkma gararı almışlar. burası sörvavıır.
şakirtlerin yaratıcılıkta sınır tanımamaları
zoru denerim, imkansızda çarpılırız.
örümcek adamın çok yavşak bi adam olması
sürekli bi laubalilik, bi espri yapayım, bi öğrenciyiz abi ayakları çekeyimciliğini hoş karşılamıyorum.
batman'in kız olsa verilcek karizmaya sahip olması
forza livorno
bağış erten kimse bir adım öne çıksın
yıllar sonra görülen arkadaşla sarılırken
kaburgaları kırmak. bi sakin ol şampiyon ya. sarılıyon mu skiyon mu belli değil.
solun tükenme sebebi
roberto carlos'sun ayrılışı ve uğur boral'ın mütemadiyen sakat olması. andre santos'la zor bu iş
icanfootball
11 e 11 oynanan futbol oyunu. bi ara maçları ntv'de ercan taner'e anlattırdılardı. çok utanç verici hatıralar olsa gerek ercan taner için.
www.icanfootball.com/
bi de eskiden mevki bilinci olmayan zevatlarla oynarken top neredeyse 22 kişi de oraya koşardı. beleş ekmek dağıtıyorlar gibi olurdu. böyle üzücü görüntüleri tekrar görmek istemem doğrusu. herkese eşit davranılsın. yönetim istifa.
sinyor anci rumuzuyla 3-4 sene evvel savunmanın göt kemiği diye tabir ettiğimiz, materrazi tarzı iş bitirici katil stoper olmuşum vardır. eğitim vidyosu varmış
<iframe width="420" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/KLcqR6MOhuk" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>
ercan taner'e yaşatılan utanç dakikalarından temsil bir kesit
<iframe width="420" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/xhv_BVlM8qA" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>
gerekeni yaptım. bi daha haxball muhabbeti görmek istemiyorum.
www.icanfootball.com/
bi de eskiden mevki bilinci olmayan zevatlarla oynarken top neredeyse 22 kişi de oraya koşardı. beleş ekmek dağıtıyorlar gibi olurdu. böyle üzücü görüntüleri tekrar görmek istemem doğrusu. herkese eşit davranılsın. yönetim istifa.
sinyor anci rumuzuyla 3-4 sene evvel savunmanın göt kemiği diye tabir ettiğimiz, materrazi tarzı iş bitirici katil stoper olmuşum vardır. eğitim vidyosu varmış
<iframe width="420" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/KLcqR6MOhuk" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>
ercan taner'e yaşatılan utanç dakikalarından temsil bir kesit
<iframe width="420" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/xhv_BVlM8qA" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>
gerekeni yaptım. bi daha haxball muhabbeti görmek istemiyorum.
sayko emin'den sevgi sözcükleri
ya yavrum hiç ne arıyosun ne soruyosun mektup da yazmıyosun. yavrum ya hani aşkımız, hani aşkımız? aşkımız nerde? nasıl ar... aramıyosun? nasıl aramıyosun ya showtv orda. çalıştığın yerde. insan gider arar, arar ya, ne yapar arar, aşkımız böyle miydi? ya yavrum nasıl düşüremiyorsun ya?, burası panama, panama. naptın?, yattınız mı?, yattınız mı? ya bırak şimdi bırak hepsini kaldır, damadı kaldır, torunumu kaldır, gökçe'yi kaldır, gökçe'yi kaldır. çabuk çabuk. göktuğ, nasılsın oğlum? oğlum nasılsın? dersler? ya yarışma oğlum iyi gidiyor daha elenmedim ama babanı bir görsen var ya oğlum var ya eyyyy her şeyi yiyor burada, her şeyi, her şeyi. akrep, yılan, balık her şeyi yiyor. torunumu ver torunumu. aloo. ya kaldır kaldır çabuk. ya çabuk. aloo. gökçe, gökçe, gökçe. o diyemez şimdi yıkıldı ya yıkıldı, ya yıkıldı, ya yıkıldı. hüsniye, yavrum seni çok seviyorum tamam mı? burada her an her şey olabilir, her şey olabilir, burası şu an zifir gibi karanlık. nasıl konuştuğumu bilemiyorum yani tamam mı? burda şu anda her an elimden telefon gidebilir yani tamam mı? seni çok seviyorum. bensiz hayat nasıl geçiyor? nasıl uyuyorsun? nasıl kahvaltı ediyorsun? aşkım kendine iyi bak. canım benim diyorsun, bir tane mektup göndermiyorsun. öyle kuru kuruya canım. canım hee canım."
kız kavgası
çok başarılı örnekleri var
online monpoly
baya gideri var. üyelik almanız lazım siteden.
uk.pogo.com/games/monopoly?viewall=false
yeni sekme açmasına izin vermeniz lazım sonra. chrome'dan onu nasıl yapcaz bulamadık. bi de java için update de istiyor olabilir. bunlar hep allaan takdiri tabi. sonra da masalara kaynarsınız artık.
sarhoşken eski sevgiyi çaldırmak
o kafayla iyi götü kaybetmemiş olduğunuz için sevinmeniz gereken durum. bir insanı nasıl çaldırabilirsiniz amına koyim ya.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)